logo

hosting

İlk anayasamızın gizlice kaleme alındığı yer

Murat Bardakçı

Murat Bardakçı
mbardakci@htgazete.com.tr

Anayasalar, Türkiye’de darbeler yahut ağır baskılar neticesinde yaşanan olağanüstü şartlarda hazırlanmıştır ve bir tekkede gizlice kaleme alınan 1876’daki ilk anayasamız “Kanun-ı Esâsî” de o sene üç ay ara ile gelen iki darbenin eseridir…

Meclis yeni anayasa paketi üzerinde çalışıyor, iktidar ve muhalefet taslak metinler hazırlıyorlar ve “resmî dil” konusu da gündeme geliyor… Türkiye aynı tartışmaları Midhat Paşa’nın bundan tam 137 sene önce bir tekkede tek başına kaleme aldığı ve ilk anayasamız olan “Kanun-ı Esâsî” günlerinde de yaşamış, resmî dil konusu 1908’deki İkinci Meclis’in gündemini de uzun müddet işgal etmişti.
mithat-pasa
MECLİS’te yeni anayasa üzerinde çalışmalar hummalı şekilde devam ediyor; iktidar da, muhalefet partileri de taslak metinler hazırlıyorlar ve tartışmaların esası, anayasanın giriş bölümü ile ilk maddeleri üzerinde yoğunlaşıyor.
Çalışmalar yakında bitecek, metin son şeklini alacak ve artık “çağdaş” standartlarda bir anayasaya sahip olacağız!
Türkiye’de bütün anayasalar şimdiye kadar darbeler yahut ağır baskılar neticesinde olağanüstü şartlarda hazırlanmıştır ve ilk anayasamız olan 1876’daki “Kanun-ı Esâsî” de o sene ardarda yaşanan iki darbenin eseri gibidir…

ÜÇ AYDA İKİ DARBE

İşte, bu ilk anayasamızın hazırlanış öyküsü:
Osmanlı Devleti, 1876’nın yaz aylarını son derece hareketli yaşamış, 30 Mayıs’ta Sultan Abdülâziz tahtından indirilmiş, yerini Beşinci Murad almış, devrik hükümdar sadece dört gün hayatta kalabilmiş ve 4 Haziran akşamı öldürülmüştü. Beşinci Murad ise 93 gün padişahlık etmiş, “delirdiği” iddiası ile 31 Ağustos’ta o da tahtında indirilmiş ve Sultan Abdülmecid’in oğullarından Şehzade Abdülhamid Efendi, “İkinci Abdülhamid” olarak tahta çıkmıştı.
Sırbistan ve Karadağ ile savaş halindeydik ve 31 Ekim günü Rusya’dan İstanbul’a savaşa derhal son verilmesi için bir ültimatom aldık. Avrupa ülkelerinin temsilcileri İstanbul’un Rusya karşısında yalnız kalmaması ve güç dengesinin değişmemesi için birşeyler yapmak maksadıyla İstanbul’a geldiler ve 23 Aralık günü Haliç Tersanesi’ndeki Denizcilik Bakanlığı binasında bir konferans toplandı. Resmi gündem İstanbul’a destek ve Rusya’ya gözdağı vermekti ama Avrupa, Babıali’den bu vesile ile birşeyler kopartabilmenin peşindeydi ve söylenenler bugün edilen sözler ile aynı idi: “Avrupalı olabilmek için köklü reformlar yapmalısınız!” diyorlardı.

TEKKEDE HÜCREYE KAPANDI

Tersane Konferansı öncesinde, saray bir başka hazırlıkla meşguldü: Kanun-ı Esasi’nin, yani anayasanın ilânıyla… Genç hükümdar Abdülhamid, tahta çıkarken meşrutiyet sözü vermiş ve bir anayasa taslağı hazırlanmasını istemişti.
Meşrutiyetin ilânı ve ilk anayasa, 23 Aralık’ta, Tersane Konferansı’nın açıldığı saatlerde top atışlarıyla duyuruldu. Babıali, Avrupalılar’a “Biz de artık sizler gibi olduk” diyerek Türkiye’nin Avrupalılaştığını kabul ettirebileceğine inanıyordu.
Anayasayı, Midhat Paşa’nın başında bulunduğu bir komisyon hazırlamıştı ama söylentilere göre metni Paşa bizzat kaleme almış, hatta bu işi yapmak için gözlerden uzak bir yer aramış ve bir tekkeye, İstanbul’un surdışındaki tek Mevlevi dergâhı olan Yenikapı Mevlevîhânesi’ne kapanmış, orada günlerce çalışmıştı.
Midhat Paşa’nın kaleme aldığı metin başkanı olduğu komisyon tarafından kabul edildi ve birkaç maddede bazı değişiklikler yapan Abdülhamid Türkiye’nin ilk anayasasını ilân edip yürürlüğe koydu.

AVRUPA BEĞENMEDİ

Ama işler o gün beklendiği gibi gitmedi. Tersane’deki Avrupalılar top seslerini işitince, önce ihtilâl oluyor zannettiler ve vaziyetten Babıali’den gelen bir heyet sayesinde haberdar oldular. Heyet “Top sesleri, devletimizin meşrutiyete geçtiğini müjdeliyor. Artık azınlık meselesi diye bir problemimiz kalmamıştır ve dolayısıyla konferansın devamına da lüzum yoktur” dediler. Avrupalıların cevabı sadece iki kelime oldu: “Çocuk oyuncağı” dediler…

RUSLAR YEŞİLKÖY’DE!

Meşrutiyet hiçbirinin umurunda değildi, toplantılarına devam ettiler ve hazırladıkları talep listesini Babıali’nin burnuna dayadılar. Gayrımüslimler için yeni haklar istiyorlardı…
Avrupalılaşma uğruna rejimi baştan aşağı değiştirmemize rağmen Avrupalı olamamıştık…
Bu ilk anayasa denememizden sonra olup bitenleri de kısaca anlatayım: İşin devamı biraz kanlı oldu. İlk parlamento 19 Mart günü açıldı, Rusya 24 Nisan’da Türkiye’ye savaş ilân etti. Tarihlere “93 Harbi” diye geçen savaşta çok büyük yenilgiye uğradık, Rus ordusu Yeşilköy’e kadar geldi. Dünya kadar toprak kaybettik ve bütün bunlar olup biterken Meclis’in bazı üyeleri milliyet davasına kalkıştılar, Abdülhamid de 1878’in 13 Şubat’ında Meclis’i süresiz tatil etti. Bu tatil tam 30 sene, 1908’deki İkinci Meşrutiyet’e kadar devam edecekti.

CELAL BAYAR GETİRTTİ

Anayasanın mimarı Midhat Paşa ise, meclisin kapatılmasından bir ay kadar önce, 5 Şubat günü devreden çıkartıldı. Paşa’nın devletin tek hâkimi gibi davranmaya başlaması ve etrafta “Osmanoğulları olur da Midhatoğulları niçin olmaz?” gibisinden sözler söylediğinin iddia edilmesi üzerine, Sultan Abdülhamid anayasanın 113. maddesini işletti. Madde, padişaha devlet için tehlikeli olabilecek kişileri sınırdışı etme hakkı veriyordu. Abdülhamid, maddeyi Midhat Paşa’ya uyguladı ve sadrazamlıktan azledilen Paşa, Avrupa’ya sürgüne gönderildi. Anayasanın yazıldığı Yenikapı Mevlevîhânesi ise sıkı bir tarassut altına alındı, etrafına jurnalciler yerleştirildi ve mevlevîhâne seneler boyunca âyin gecelerinde bile jurnalcilerle dolup taştı.
İstanbul’a birkaç sene sonra yeniden dönecek olan Midhat Paşa ise bu defa Sultan Abdülâziz’i öldürtmekle suçlanıp mahkemeye çıkartılacak, idama mahkûm edilecek, cezası müebbed hapse çevrilecek, Arabistan’a sürülüp Taif’te bir kaleye kapatılacak, orada hâlâ tartışılan bir şekilde can verecek ve kemikleri 1951’de Türkiye’ye getirtilerek 26 Haziran’da Cumhurbaşkanı Celâl Bayar’ın da katıldığı bir devlet töreni ile İstanbul’da, Âbide-i Hürriyet’e defnedilecekti.
1876’daki ilk anayasamızın macerası, ana hatlarıyla işte, böyle… Yine o günlerde gündeme gelen “resmî dil” tartışması sırasında yaşanan bazı hadiseleri de, bu sayfadaki kutuda okuyabilirsiniz…

Sultan Abdülhamid resmi dil yüzünden Meclis’i kapatmıştı

ANAYASA’da “resmî dil” ve “Türklük” tartışmalarının her bahsi geçişinde, bugün Yunanistan’ın “Servia” adını taşıyan Serfiçe bölgesinin Osmanlı Meclisi’ndeki Rum milletvekili olan Yorgi Boşo Efendi’nin İkinci Meşrutiyet Meclisi’nde ettiği söylenen “Ben, Osmanlı Bankası kadar Osmanlı’yım” şeklindeki sözlerini hatırlarız…

ŞİRKET GİBİ DEVLET

Meclis tutanakları tarandığında Boşo Efendi’nin böyle bir sözüne rastlanmaz ama 1909’da “Osmanlı Devleti bir şirket gibidir. O şirketin büyük olabilmesi için bütün ortakların sermayeleri ile girmeleri lâzımdır. Bizim sermayemiz nedir? Dilimiz ve öğretimimiz… Başka birşey yok” dediği görülür.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de anadil tartışmalarını araştırırken Boşo Efendi’den geriye gidememiş olacak ki, geçenlerde bu konuda yaptığı konuşmada Boşo Efendi’den bahsetti ama 1876’daki ilk Meclis’te yaşananlardan hiç söz etmedi.

İKİ MADDEDE TÜRKÇE

Anayasa değişikliği paketi ile şimdi yeniden tartışılan anadil meselesi, bundan 137 sene önce, ilk anayasamızın hazırlanması sırasında da gündeme gelmişti.
Midhat Paşa, hazırladığı anayasa taslağında resmi dil meselesine temas etmemiş, sadece “İmparatorluk sınırları içerisinde yaşayan herkes kendi diliyle eğitim ve bu dili her yerde kullanabilme hakkına sahiptir” demişti.
Böyle bir madde tam bir dil kargaşasının çıkması, hattâ Meclis kürsüsünde bile değişik dillerde konuşulması, dolayısı ile dil anarşisinin doğması demekti. Devreye giren Mabeyn Başkâtibi yani sarayın genel sekreteri Eğinli Said Paşa, hükümdarı maddenin değişmesi için ikna etti ve ilk anayasamızda resmi dile iki maddede yer verildi: 18. maddede devletin resmi dilinin “Türkçe” olduğu söyleniyor, 57. maddede ise Meclis görüşmelerine “Türkçe şartı” getiriliyordu.

TARTIŞMA MECLİS KAPATTIRDI

Ancak dil konusu Meclis’te devamlı bir huzursuzluk kaynağı oldu. Hristiyan milletvekilleri kürsüden kendi dilleriyle konuşmaya kalktılar. Hattâ Erzurum’daki Ermeni cemaatinin temsilcisi olan Hamazasp Efendi işi bütün azınlık dillerinin resmi dil kabul edilmesini istemeye kadar götürdü.
Sultan Abdülhamid’in 1878 Şubat’ında Meclis’i kapatma gerekçeleri arasında ilk sırada, azıklıkların bu gibi talepleri yeralıyordu.

10534 Kez Görüntülendi.
#

SENDE YORUM YAZ

5+10 = ?

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • Barlas’tan eylemcilere tarihi uyarı

    16 Haziran 2013 Köşe Yazıları

    Yılların deneyimi Mehmet Barlas, Gezi eylemcilerinin aldığı son direniş kararını yorumladı. Gezi Parkı direnişi 20. gününe girerken, eylemciler parktan çekilmeme kararı aldığını kamuoyuna açıkladı. Peki bu kadar eylemcilere mi yarayacak yoksa iktidara mı?Sayısız darbe gören deneyimli gazeteci Mehmet Barlas, yaşan olayları analiz ettiği yazısında direnişçilerin aldığı kararla kendilerini bitirme noktasına getirdiğini savunanlardan.Barlas Sabah Gazetesi'ndeki yazısında bu iddiasına gerekçe olarak şu örnekleri gösteriyor: Eve dönmek yeri...
  • Şok Şok Şok

    11 Nisan 2013 Köşe Yazıları

    Ünlülerin kansere yakalandıkları haberlerinin "şok... şok... şok" diye verilmesi tuhafıma gidiyor! Fakat durup düşününce... Belki de, diyorum, gazetelerin ve internet sitelerinin bu tavrı gerçekçi ve açık sözlüdür. Dünyada 25 milyon kanserli varmış, Türkiye'de Sağlık Bakanlığı verilerine göre kanserli sayı- sı son yedi yılda yüzde yüzden fazla artmış... Kimse işin bu tarafıyla ilgilenmiyor zaten! Tedavide başarı oranlarının yüzde doksanlara yükselmesi ve kanserin olağan hastalıklar sınıflandırmasına girmesi de gündelik hayattaki kanser alg...
  • Trafiğin katili kim, İstanbul’da

    11 Nisan 2013 Köşe Yazıları

    Hafta sonları, hele de havanın güzel olduğu hafta sonları, İstanbul'da sahil yoluna inip keyif yapmayı düşünmek, günü piç etmek, öfkeden deliye dönmek, dünyanın en güzel baharı ve manzarasında cehennem azabı yaşamak anlamına gelir.. Bu senelerdir böyledir.. Ve senelerdir azap artarak ilerler, zerre rahatlama görülmeden.. Çünkü İstanbul halkının çektiği, yerel seçilmiş, ya da Ankara'dan atanmış hiç, ama hiçbir yöneticinin umurunda değildir. Çünkü onlar, eskortları ve onlar için özel önlem alınmış yollarından, beyzadeler gibi giderler. Onların...
  • Empati yoksunu eleştiri sadece kırıcı olur

    11 Nisan 2013 Köşe Yazıları

    Kendinizi hiç Fatih Terim'in yerine koymayı denediniz mi? Galatasaray yenilince yerden yere vuruluyorsunuz. Hatta kuşak altına da vuruyor bazıları. Ama Galatasaray yenince bütün bunlar yok sayılıyor ve övgülerle uçuruluyorsunuz. Üstelik bütün bu durumların doğması tam olarak sizin elinizde değil. Takımınızı ne kadar ustaca bir strateji ile oynatsanız da, neticede 11 genç adamın o maçtaki performansına bağlıdır zafer de yenilgi de. Bir önceki gece sevgilisiyle kavga eden veya maça gelirken ailesiyle ilgili kötü bir haber alan futbolcu, k...