logo

hosting
12 Haziran 2013

Anayasa yapımında bu konu görmezlikten geliniyor

Anayasa yapımında bu konu görmezlikten geliniyor

Salt “özgürlükler”, “demokrasi”, vb. başlıklar çerçevesinde tartışılan anayasaların, ekonomik ve toplumsal yaşamın düzenlenmesine dair boyutlarının görünmez kılınmaya çalışıldığını düşündüğümüz bir anayasa hazırlık sürecinden geçiyoruz.

Medyanın verdiği haberlere göre, meclisteki anayasa hazırlık süreci esas olarak iktidarın başkanlık sistemi talebi nedeniyle sıkışmış durumda. İktidar başkanlık sistemi talebinden vazgeçerse her şey hallolacak, “özlediğimiz” anayasaya sahip oluvereceğiz gibi bir hava yayılmaya çalışılıyor. Partilerin üzerinde anlaştıkları belirtilen maddelerin neler olduğu ise büyük ölçüde kamuoyunun bilgisi dışında.

Avrupa çapında “demokrasiyi” daha da kurumsallaştıracağı iddiasıyla gündeme getirilen Avrupa Anayasası tartışılırken de, işin ekonomik ve toplumsal boyutları toplumdan gizlenmiş, yeterince tartışılmasına fırsat verilmemiş, demokrasi, özgürlük söylemi ön plana çıkarılmıştı benzer şekilde.

AVRUPA’NIN BUGÜNÜ VE DÜNÜ

Avrupa ülkelerinde bu gün yaşananlar (artan işsizlik, artan intiharlar), sahte bolluğun yaşandığı o günlerde önemli bulunmayıp, tartışılmaya gerek duyulmayan ekonomik ve sosyal boyutlu anayasal düzenlemelerin, gerçekte ne kadar önemli olduğunu, görmek isteyenlere bütün açıklığıyla gösteriyor.

Sermaye kesimi ve AB bürokratlarının işbirliği içinde oluşturulan Avrupa Anayasası, merkez sağ ve merkez sol siyasi partilerin yoğun desteğine karşın, özellikle sendikaların yoğun karşı çıkışı sonucunda, 2005 yılında Hollanda ve Fransa’da yapılan referandumlarda reddedilince, anayasa konusu hızla rafa kaldırılmış, tartışmanın ve karşı çıkışların yaygınlaşması engellenmişti.

Anayasanın halkoyuyla reddedilmesi, büyük sermaye destekli AB yönetimini durdurmaya yetmedi. Referandum yoluyla Avrupa halklarına onaylattırılamayan “Mali Anayasa” ile amaçlanan hedefe, devlet ve hükümet başkanlarının oylarıyla kabul edilen Lizbon Antlaşması’yla ulaşıldı. Lizbon Anlaşması, Anayasal zorunluk olarak bu antlaşmayı referanduma götürmesi gereken tek ülke olan İrlanda halkı tarafından ilk seferinde reddedildiyse de, mali tehdit de içeren büyük baskılar sonrasında yapılan ikinci referandumda kabul edildi (buna benzer bir örnek Yunanistan’da yapılan son seçimlerde yaşandı).

Maastricht ve Kopenhag Anlaşmalarıyla başlayan, solun ekonomik iddialarının siyasal ve yasal düzeyde meşruluğunun ortadan kaldırılması anlamına gelen bu gelişme ile neo-liberal devlet yapısı ve serbest piyasa ekonomisi, siyasi olarak karşı çıkılamaz kurallar olarak AB çapında bir nevi anayasal güvenceye kavuşturuldu.

EKONOMİK BOZUKLUK ÜZERİNE KURULU ANAYASA

Anayasa tartışmaları çerçevesinde bu gün ülkemizde yaşananlarla, sekiz yıl önce Avrupa’da yaşananlar arasında, “serbest piyasa”, “girişim özgürlüğü”, “mülkiyet hakkının kutsallığı”, “sözleşme yapma hakkı/özgürlüğü” vb. kavramlar ön plana çıkarılarak gündeme getirilen, “Mali Anayasa” hedefi açısından büyük benzerlik olduğu kanısındayız.

Ne demek istediğimizi daha net anlatabilmek için, “Mali Anayasa” talebinin temelinde yatan “Anayasal İktisat Teorisine” kısaca değinmekte yarar var. “Anayasal İktisat” küreselleşme ve neo-liberalizm kavramlarıyla uyumlu, bu kavramları anayasal düzlemde kurumsallaştırmayı, ete kemiğe büründürmeyi amaçlayan bir teori.

Teori; Devletlerin işsizlik, gelir dağılımındaki adaletsizlik, bölgeler arası dengesizliklerin giderilmesi, çevre kirliliği, sosyal adaletsizliklerin ortadan kaldırılması vb. gerekçelerle, piyasanın işleyişine müdahale etmelerinin, piyasanın işleyişinde var olduğu varsayılan dengenin bozulmasına neden olacağı kabulü üzerine inşa edilmiş.

Anayasal İktisat savunucularına göre; Devlet bu müdahaleyi üç şekilde yapmakta.

Temel mal ve hizmetlerin üretim ve dağıtımında kamu sektörünün varlığı birinci müdahale yöntemi. Devlet, elinde bulunan güç ile haksız rekabet oluşturmakta, mal ve hizmet fiyatlarının piyasa koşullarında serbestçe oluşması mümkün olmamaktadır. Dolayısıyla, devlet mal ve hizmet üretmemeli, ulaşım, elektrik-su dağıtımı vb. hizmetler dahil olmak üzere, mevcutlar özelleştirme uygulamaları ile elden çıkarılmalıdır. 

Kıdem tazminatı, kamu emeklilik sistemi, vb. sosyal devlet uygulamaları özgürce sözleşme yapma hakkını kısıtlamaktadır. Emeğin örgütlenmesine olanak sağlayan, gelir dağılımını düzeltmeyi, bölgeler arası dengesizlikleri gidermeyi amaçlayan her türden mevzuat ve uygulama, ikinci müdahale yolu olmakta, kamu kaynaklarının “israfına”, insanların tembelleşmesine neden olmaktadır. Bu durumun engellenmesi için, sosyal devlet, ücretsiz eğitim, sağlık uygulamaları terkedilmeli, kamu kaynakları girişimciliğin, özel sektörün ve serbest piyasanın desteklenmesi için kullanılmalıdır.

Üçüncü müdahale yöntemi ise, uluslararası mal ve para hareketlerini kısıtlayan düzenlemelerdir. Anayasal iktisat savunucularına göre “paranın dini, milliyeti bulunmamaktadır”. Sermayenin serbestçe dolaşımı önüne konacak engeller devletleri güçlendirecek, demokrasiyi, ekonomik büyümeyi zayıflatacaktır. Daha çok demokrasinin ve ekonomik büyümenin yolu, para hareketleri önündeki engellerin kaldırılmasından geçmektedir.

Etnik ve dini kimlikler üzerinden yapılan demokrasi ve özgürlük tartışmaları, konunun ekonomik ve sosyal yaşama ilişkin yukarıda değindiğimiz boyutlarını maskelemektedir.

Anayasa hazırlık sürecinin, ekonomik ve sosyal düzenlemeler açısından toplumun tüm kesimlerini kapsayacak şekilde tartışmaya açılmaması, sürecin Avrupa Anayasası sürecinde yaşananlarla benzerlik taşıdığı, 24 Ocak 1980 kararlarıyla başlayıp, günümüzde halen devam eden ekonomideki kuralsızlaştırma (de-regulasyon) sürecinin anayasa korumasına alınmasını amaçlayan bir “mali anayasa” hazırlanmakta olduğu yönündeki düşüncemizi güçlendirmektedir.

Ekonomik ve sosyal yaşamın düzenlenmesine ilişkin hükümler de dahil olmak üzere, Anayasa çalışmaları sırasında uzlaşıldığı belirtilen konuların kamuoyu ile tüm açıklığı ile paylaşılması ve kamuoyunda tartışılmasına olanak tanınması, daha sağlıklı bir sürecin işlemesi için olmazsa olmaz niteliktedir.

Bu konuda, özellikle emek örgütlerine/sendikalara ve kendisini sol/sosyal demokrat olarak tanımlayan siyasi partilere büyük görev düştüğü kanısındayız.

Bu sayede toplum, başta CHP olmak üzere, yelpazenin solunda yer aldığını söyleyen partilerin ve emek örgütlerinin, yaklaşık 33 yıldır uygulanmakta olan aşırı finansallaşmayı ve kamu hizmetlerinin özelleştirilmesini esas alan neo-liberal ekonomi politikaları konusundaki düşüncelerini birinci elden öğrenecek, referanduma gitmesi muhtemel olan yeni anayasaya ilişkin görüşünü, bilgiye dayalı olarak, özgürce oluşturma fırsatı bulacaktır.

Ahmet Müfit

Odatv.com

 

Kaynak: odatv.com
1403 Kez Görüntülendi.
#

SENDE YORUM YAZ

10+3 = ?